Koronavirüs Yalanına Karşı Çık!

Ocak 19, 2022

Yukarıda: Sofya’daki Bulgar halkı, “Health Pass” uygulaması ve maske takma mecburiyetini protesto etmek için parlamento önünde gösteri yapıyor. [1]

İşçiler Birliği Bildirisi

15.01.2022: 2022’nin şafağı sökerken, dünya “Yeni Normal”in üçüncü yılına girmiş oldu. Birçokları 2021’in pandeminin sonunu getireceğini, 2019’a kadar yaşadığımız olağan hayata geri döneceğimizi umuyordu. Batılı hükümetler nihayet karantinaları kaldırıyor gibi göründüler ve Koronavirüs’ün sonunda tüm topluma yayılacağını, okullar ve üniversitelerde eğitime devam edilmesi, ekonomik faaliyetler ve seyahat üzerindeki kısıtlamaların son bulması gerektiğini kabul ettiler. Yine de bu bir düzmeceydi. Baş gösteren aşı çılgınlığı ve sürekli yapılan destekleyici aşıların – bir kez daha – korunmanın tek garantisi olarak lanse edilmesiyle, Koronavirüs planı her zamankinden daha fazla iteleniyor. Restoran ve barlardan, sinemalara ve spor stadyumlarına kadar her türlü alana giriş için aşı pasaportu ve QR kodu kontrolü gerekmektedir. Maske takma zorunluluğu toplu taşıma ve diğer birçok yerde geri dönüyor. Dünya çapında milyonlarca işçi aşı zorunluluğu nedeniyle işlerini kaybetti veya kaybediyor.

İpe Sapa Gelmez Pandemi Anlatısı

En başından beri, Koronavirüs anlatısı hiçbir zaman akla mantığa sığmıyordu. Tecritler, asemptomatik yayılma konseptine dayanıyordu – sözde son derece tehlikeli SARS-CoV-2 virüsünün hiçbir semptom göstermeyen, hiç hasta olmamış ve kendini %100 sağlıklı hisseden kişiler tarafından yayılabileceği fikri. Maskelerin SARS-CoV-2 ve türevlerinin yayılmasını önlemeye yardımcı olduğu hatalı gerekçesiyle birçok hükümet cebren maske takılmasını emretti ve bu genellikle polis tarafından zorlandı. Bazı okullarda naylon örtüler kurulup öğrencilerin arasına yerleştirildi. Genç öğrenciler, beden eğitimi dersleri de dahil olmak üzere tüm gün yüz maskesi takmaya zorlandı. Aileler ve akrabalar birbirinden ayrı tutuldu ve bazı durumlarda bir aile üyesinin cenazesine katılmaları dahi yasaklandı. Devlet, eyalet ve ilçe sınırları kapatıldı, bu da çoğu durumda ülkelerin federal anayasalarını ihlal etti.

COVID-19 anlatısının çoğu, durmaksızın krizden çıkış yolu olarak gösterilen aşıya doğru yönlendirildi. Sonra ortaya çıktı ki COVID-19 aşısı (sizi hasta etmez veya öldürmezse) 60 ila 90 gün sonra etkisini kaybediyor. Ardından, iki doz aşı olan herkese yine de virüsün bulaşabileceği, onların yine de hastalanabileceği ve yine de ölebileceği kabul edildi. Takviye aşıları cevap olarak selamlandı, bir tane takviye aşısı olma aralığı istikrarlı bir şekilde 12 aydan 6 aya, ardından 3 aya düşürüldü. Sonra, “tamamen aşılanmış” kişilerin ne olursa olsun yine de maske takması gerekeceği ve yine de karantina altına alınmaları gerekebileceği açıklandı.

On yıllardır ayrımcılığın ahlak dışı olduğunu söyleyen hükümetler tarafından açık bir Apartheid sistemi devreye sokuldu. “Aşı olmayanlar”, bir şekilde korunmasız oldukları ve aşı olanlar için büyük risk arz ettikleri gerekçesiyle dükkanlardan, her türlü etkinlikten, tiyatrolardan, sinemalardan ve daha fazlasından yasaklanabilir. Ardından, aşılananların Koronavirüs’e yakalanma ve hastaneye kaldırılma risklerinin aslında daha yüksek olduğunu gösteren istatistikler ortaya çıkar. Tüm endüstriler, “zaruri olmadıkça” durma noktasına getirilir. Politikacılar ve hükümetler günlük, bazen de saatlik olarak değişen kurallar ve diğer tebligatlar yayınlar. Politikacılar, Polis Komiserleri ve COVID-19 aşısı üreticilerinin (Pfizer, Moderna ve Johnson&Johnson) çalışanları aşı zorunluluğundan muaf tutulur. Muhalif olan önde gelen bilim adamları ve doktorlar sosyal medyadan yasaklanır.

COVID-19 Despotizmi Sermayenin Tahakkümüdür

SARS-CoV-2 veya COVID-19 gerçekten var olabilir ancak pandemi anlatısı bir yalanlar dağı üzerine kurulduğu için hiçbir anlam ifade etmiyor. Görüldüğü gibi, önemli ölçüde artan ölüm oranları manasında bir “pandemi” yoktur. Herhangi bir şey varsa, ölüm oranlarındaki artışlar, Koronavirüs aşılarının kullanıma sunulmasıyla eş zamanlıdır. Kuralların, kısıtlamaların, pasaportların, maske mecburiyetinin, kilitlenmelerin, devlet ve eyalet sınırlarının kapatılmasının hiçbirinin bilim veya tıpta herhangi bir temeli yoktur. COVID-19 despotizminin siyasi baskısı, borsalar ve bankaların tahakkümüdür – gerçek yüzünü gösteren mali sermayenin diktatörlüğüdür. COVID-19 sınıf çizgisidir ve pandemi terörünün kaynağı, bocalayan kapitalist özel kâr için özel üretim sistemidir.

Akut kriz zamanında sınıf çizgisi bir toplumu ikiye böler; Aileler, akrabalar, dostlar ve iş arkadaşları birbirine düşer – en yakın müttefikler bir gecede azılı düşmanlar hâline gelir. Bugün yaşanan, demokrasinin daha önce bilinmeyen bir Faşizm biçimiyle değiştirilmesidir. Daha önce böyle bir şeyle hiç karşılaşılmamıştı çünkü Faşizmin bu özel biçiminin siyasi ideolojisi, Aşırı Milliyetçilik DEĞİL ancak Liberalizm. İnsanlar bunu anlamaya çalışırken kafaları karışıyor, fakat Faşizm, kapitalizmi savunduğu sürece HERHANGİ bir ideolojiyi – Liberalizm, Reformizm, Muhafazakârlık, Milliyetçilik – benimseyebilir. İşçi sınıfı henüz kendi partisini kurmadığı ve iktidar mücadelesini kazanmadığı sürece, bir noktada Faşizmin utkusu kaçınılmaz hâle gelir.

Çin Halk Cumhuriyeti’ni (ÇHC) yöneten bürokratik kast, dünyayı histeri ve sonu gelmeyen karantinalara sürüklemiş gibi görünse de, işçi sınıfını hedef alan COVID-19 iç savaşını şimdiye kadar yaşanmış en ağır ekonomik buhranı yaratarak asıl yürütenler ABD ve Batı Avrupa’daki egemen sınıflardır. Kapitalist süper seçkinler, yalnızca şiddetli ve derin bir durgunluğun onlara, önce ekonomilerinin bütün parçalarını yok ederek, böylece yeni yatırım alanları açarak, ekonomilerini “resetleme” imkanı vereceğini biliyorlardı. Kriz o kadar derin olmalıydı ki toplumun tüm aksamlarının işlemesini topyekûn durdurmak gerekiyordu. İnsan hareketi, seyahat, kültür, spor, çalışma hakkı ve topluma katılma hakkı üzerindeki şimdiye kadar hayal bile edilemeyen kısıtlamaların kaynağı budur.

Bu senaryoya karşın umutsuzluğa düşmek için hiçbir neden yoktur, çünkü cevaben bir özgürlük hareketi ortaya çıktı. Dünya çapında düzenli olarak milyonları sokaklara döken bu hareket, modern tarihin en büyüğüdür. Bu akım, Koronavirüs yalanlarının aslını görebilen ve hakikati dillendirmek için harekete geçmeye hazır olan milyonları seferber etti. Ancak bu mitingler ve gösteriler ne kadar hayati olursa olsun, kendi başlarına karanlığın güçleri için bir tehdit arz etmezler. Gerekli olan sadece bir kitle hareketi değil, aynı zamanda bir siyasi iktidar mücadelesidir. İşçiler, daha sonra kendi devletlerinin alternatif ve embriyonik organları olarak hizmet edecek grev komitelerinin oluşumuna hazırlanmalılar. Kitlesel gösteriler barışçıl kalabilse de işçilerin grev komitelerini polis ve kolluk güçlerinin misillemesine karşı – ne pahasına olursa olsun – savunmaya hazır olmaları gerekir. Bu potansiyel olarak, ölmekte olan ve miadını doldurmuş devletin yeni ve yükselen devletle karşı karşıya geldiği bir ikili iktidar durumunu mümkün kılar. İşçileri nihai zafere – üretenlerin kolektif olarak yönettiği, kamusal ve planlı bir ekonomiye – götürecek Marksist öncü partinin liderliği yükselmelidir.

İŞÇİLER BİRLİĞİ

http://www.redfireonline.com

E: workersleague@redfireonline.com

[1] http://www.thedailycable.co

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s